entellektuel tek kişilik komünite.

Perşembe, Temmuz 06, 2006

OTAKU: ALTKÜLTÜRÜN JAPON HALLERİ

Bu da birkaç sene önce bir sinema dergisinde çıkan yazım. Her yere gönderiyorum burada da dursun. site zengin gözüksün.



Her ne kadar batıda anime, manga fanatizmi olarak bilinse de,Otaku’nun kapsamlı tanımı; ilk olarak 70’lerin sonunda ortaya çıkan savaş sonrası Japon altkültürlerinden -manga, anime, sci-fi,bilgisayar, hacking- etkilenen kültürel grup olarak ifede edilebilir. Otaku’nun, Japonya’nın modern kültürünün analizinde bu kadar önemli olmasının nedeni, sadece ortaya çıkan sanat yapıtlarının bu kültürden kaynaklanması değil, Otaku zihniyetinin sosyal hayatı derinden etkilemiş olmasıdır. 1995 yılında Tokyo metrosuna zehirli gaz saçan tarikat lideri Aum Shrinrikyo’nun 80’li yıllardaki animelerden etkilendiğinin bilinmesi, otaku jenerasyonunun terörizme rağmen Shrinrikyoya açıkça sempati duymasını engellememişti. Çoğu Japon, Otaku’yu; tüm vakitlerinde manga ve animeyle uğraşan; hayatlarını bilgisayar başında geçirirken sosyal aktivitelere yok denecek kadar az yer ayıran anti-sosyal, sapkın ve bencil insanlar olarak görüyordu. 1989 yılında Japonya’nın ünlü seri katili Tsutomu Miyazaki’nin yakalandıktan sonra tipik bir otaku olduğunun anlaşılması, bu kanıyı iyice güçlendirdi. Politikacılar ve gazeteciler Otaku’yu yeni yetişen ‘no-future’(geleceği olmayan) jenarasyonunun seks ve şiddet takıntısının sembolü olarak gördüler.

Peki Japon insanı – daha spesifik olmak gerekirse Japon gençliği- nasıl bu duruma geldi? Bu sorunun cevabını alabilmek için daha gerilere gitmemiz gerekir. İkinci dünya savaşı sonrası Japonya yeniden yapılanma sürecine girdi. 50’li yıllardan başlayarak artan Japon milliyetçiliği ve çalışkan Japon insanının çabası sayesinde, Japonya kısa sürede hızla gelişen bir ülke konumuna geldi. Buna rağmen Japonlar, savaş sonrası travmayı ve atom bombasının izlerini tam olarak üzerlerinden atamadılar. Modernleşme ve batılılaşmanın etkisi olarak kendi geleneklerini, kültürlerini reddeden yeni nesil, Nihonjin-banare (dejaponize olma) denen Japon’dan çok batılı veya beyaz ırktan olma isteğindeydi. Bu sayede manga ve animelere ilgi artmaya başladı. Animelerdeki karakterler yuvarlak ve büyük gözlü, uzun boylu ve rengarenk saçları olan insanlardı ve bu karakterler batılı gibi davranıyor, onlar gibi konuşuyor ve onlar gibi tepki veriyorlardı. Bu durum bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke’ın insan ırkının yok olduğu nükleer savaştan sonra dünyaya gelen uzaylıların insan türünü araştırmak için Walt Disney stüdyosuna gitmelerini anlatan hikayesine benziyor. Benzer şekilde, Japon insanı da kendilerini çizgi karakterler ile özdeşleştiriyordu. Bu noktadan tarihsel olarak ileriye bakarsak, Otaku’yu ekonomi ve kültürün birbiriyle sıkı ilişki içinde olduğu Japonya’ya özgü, bir sosyal fenomen olarak da görebiliriz. Başka bir deyişle; 50’li yıllardan 80’lerin ortasına kadar hızla büyüyen ekonominin sonucunda ekonomik başarıyı ve batılılaşmayı savaşın travmasını üzerlerinden atmak için anahtar olarak gören bir toplumun içinden çıkan bir altkültür.

90’lı yılların başında ise ekonomik bunalıma giren ülkede, işsizliğin artması ve borsanın düşüşü toplumun her kesiminde huzursuzluk yarattı. Ekonomideki bu düşüş insanların moralinin bozulmasına sebep oldu. Aynı yıllarda durgun olan sinema sektörü düşük bütçeli korku filmleri ile ayaklandı. 1990 Mayısında 37000 civarlarında gezinen Nikkei(Tokyo borsası) 2001 sonunda 8000 lere kadar geriledi. Bu on yıllık periyotta Evil Dead Trap 2(Shiryo no wana 2: Hideki,1991), Atrocity(Ooru naito rongu,1992), Atrocity 2(Ooru naito rongu 2: Sanji,1995), Halka (Ringu,1998), Inner Senses, Audition, The Eye, Katil İtchi(Koroshiya 1,2001) Ölüm Oyunu (Batoru Rowaiaru,2000) gibi filmler yapıldı. Hem Japonya’da hem dünya üzerinde geniş hayran kitlesine sahip olan yeni dönem korku filmlerin hemen hepsinin bu ekonomik düşüş ile bağlantısının olduğunu söylemek çok zor olmasa gerek. Benzer bir olay Amerikada 1930-1933 yılları arasında gerceklesmişti; Dracula, Dr. Jekyll ve Mr. Hyde, The Mummy ve King Kong filmleri de, Amerikan ekonomisi düşüşe geçtiği sıralar yapıldı. Japonların moral bozukluğu korku filmlerine ilginin artmasına yol açmış olabilir mi? Kesin olmamakla birlikte en azından istatistikler bize bunu söylüyor. Sebebi ne olursa olsun 90’ların sonunda Japonya’da gişe yapan filmlerin pek çoğu korku ve anime türündeler. Toplumdaki bu genel huzursuzluk ve karamsar atmosferin içinde Otaku altkültürünün, kendi köklerini sağlamlaştırarak büyük bir ivme ile mainstream’i(anaakım) etkilemesi kaçınılmazdı. Başka bir deyişle, yeni dönem korku filmlerinin yönetmenlerinin çoğu Otaku kültürünün içinde büyümüş, az yada çok bu kültürden etkilenmiş bir kuşaktan geliyorlar. Bu yeni kuşak korku filmleri yönetmenleri içinde en bilinenleri olarak Takashi Miike, Hideo Nakata,Takashi İshii ve Shinya Tsukamoto’yu sayabiliriz. Nakata’nın Halka efsanesinden sonra korku filmlerindeki artış şaşırtıcı boyutlara vardı. Ertesi yıl Satoshi Kon’un türünün (psikolojik gerilim)ilk örneği olan Perfect Blue(1997) adındaki animesi de vizyonda hatırı sayılır bir başarı elde etti. Korku filmlerinde; geleneksel hayalet hikayelerinin çeşitliliğini ve mangada bulunan şiddet ve korku öğelerini(vampirler, canavarlar, vs) konu bakımından ana damarlar olarak görebiliriz. Tsukamato’nun Tetsuo:The Iron man ve Miike’nin Katil Ichi filmlerinin birebir manga uyarlamaları olarak görülmesi ve Takashi İshii’nin eskiden manga çizeri olması da manga ve korku filmleri arasındaki ilişkinin ne kadar sıkı fıkı olduğunu belirtmek açısından önemli birkaç örnek.

Dünyanın çeşitli festivallerinde Japon korku filmlerinin ve animelerin gösterilmesi, Oscar ödül töreninde en iyi animasyon filmi ödülünün bir animeye –Ruhların Kaçışı(Sen to Chihiro no kamikakushi,2001)- verilmesi, Halka’nın yeniden çevriminden sonra Hideo Nakata’nın Amerika’da başka bir film çekmek için anlaşması, Matsuo Harada ve Shinya Tsukamato’nun filmlerinin (Gunners, Tetsuo)yeniden yapım haklarının Hollywood stüdyolarınca satın alınması, bir başka deyişle bütün dünyada giderek artan bu anime çılgınlığı; Otaku kültürünün hepimizi nasıl etkilediğini gösteriyor.


0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home